%100 Güven

Kuruluşunun 60. Yılında Türkiye Açısından NATO

Türkiye’nin 1950’lerde NATO’ya girmesini zorunlu kılan politik ortam ve bekamıza yönelik Sovyet tehdidi tartışmalı olsa da NATO’ya kabulümüz Kore topraklarında 862 şehit ve binlerce yaralı vermemizle sağlanmıştır. Yani ülkeler güvenliklerini sağlamak için bir araya gelirken, NATO üyeliğine esasları belirleyen kuralların aksine Türkiye, oldukça ağır bir bedel ödeyerek girmiştir. Bu bedel de Kore’deki şehit ve yaralı Türk evlatlarının kanıdır.
İçinde bulunduğumuz günlerde NATO mu Türkiye’ye güvenlik sağladı yoksa Türkiye mi NATO’ya güvenlik sağladı ciddi olarak tartışılması gereken bir konudur. Kaldı ki Ülkemiz sadece Kore’de bedel ödemedi.

NATO’nun Sovyetlerin sıcak denizlere inmesine mani olan çok önemli bir güç olması nedeniyle Varşova Paktı’nın örtülü hareketlerine maruz kalarak sağdan ve soldan beş binden fazla vatan evladını da sağ- sol çatışmalarında kaybetti.
Kayıplar sadece bu kadar olmadı. Bir ülkenin bağımsızlığını sağlayan en önemli konu, onun ekonomik bağımsızlığı ile savunma sanayindeki kendi kendine yeterlilik derecesidir. 1950’lerde uçak yapıp Avrupa ülkelerine satan Türkiye, nedense NATO’ya girince savunma sanayini durdurdu. Ancak hepsi NATO ülkesi olmasına rağmen, diğer Avrupa ülkeleri kendi savunma sanayilerini geliştirmeye devam ettiler. Bunun acısını da Kıbrıs sorunu ortaya çıkınca ödedik ve hala ödüyoruz.
Aslında Türkiye’de hiç incelenmemiş konulardan birisi de, Amerika’nın İkinci Dünya savaşı sonu zaten envanter dışı bırakacağı silahları Türkiye’ye hibe ederek elde ettiği kazanç veya Türk ekonomisine getirilen yüktür. Evet, askeri araç gereçleri bedava aldık ama onları idame ettirebilmek maksadıyla harcadığımız bakım yedek parça masraflarının ne olduğu ortaya asla konulmamıştır. Bu demode araç gereçler 40 yıl ayakta tutulmak için Türkiye’nin kıt kaynakları sarf edilmiştir.
POLİTİK AÇIDAN NATO VE TÜRKİYE
Türkiye işgal ettiği coğrafya nedeniyle tarihin her döneminde jeopolitik bir güç olmuştur. NATO 1990 yılına kadar Sovyet tehdidi nedeniyle daha homojen savunma politikaları oluştursa da, Varşova Paktının yıkılması sonucu ülkeler ve özellikle AB kendi milli çıkarları doğrultusunda politikalar oluşturmaya başlamıştır. Bu durum Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Ortadoğu’da NATO’nun diğer üyeleri ile aramızda milli çıkar farklılıkları yaratmış ve ciddi anlaşmazlıklara neden olmuştur. Bütün bunların yanında özellikle 1990 yılından sonra Amerika da dahil NATO’da dost ve müttefik olduğumuz Avrupa ülkeleri NATO anlaşmasının ruhuna aykırı olarak Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamışlar ve özellikle PKK terör örgütüne ciddi destek vermişlerdir. Bu durum Türk halkının zihninde NATO’ya olan güveni de sarsmıştır. Bu nedenle Türkiye 1990’lı yıllarda Milli Askeri Stratejik Konsepti’ni değiştirerek bölgede güvenlik üretmeye yönelmiş, bu durum ise müttefiklerce özellikle Amerikalılarca hiç hoş karşılanmamıştır.
NATO Varşova Paktı’nın yıkılışından sonra ciddi politik değişikliklerle genişleme ve işbirliğine yönelerek Doğu Avrupa ülkelerini ittifaka bedel ödemeden kabul etmiştir. Ancak NATO’nun kuruluşundan beri bence en önemli değişiklik 2004 yılı Haziran ayında İstanbul’da yapılan zirvede gerçekleşmiştir. Bu zirvede NATO’nun üyesi olmadığı topraklara yani bölge dışına da müdahale etmesi karara bağlanmış, bu konsept değişikliği sonucunda NATO Afganistan’a girerek ABD’ye yardım etmiştir. Belki Irak’ta da aynı durum yaşanacaktır.
Bu politik değişikliğin arkasında yatan ABD’nin Avrasya’daki çıkarları için NATO’nun kullanılmasına yönelik bir politikadır. ABD açısından kısaca AVRASYA’nın anlamı nedir?  
“Kıtaların beş yüz küsur yıl önce politik etkileşime girmesinden bu yana, Avrasya dünya gücünün merkezi olmuştur. Avrasya halkları - genellikle Batı Avrupa kanadındakiler - güç sahibi olmanın verdiği haklarla dünyanın öteki bölgelerine nüfuz etmiş ve egemenlik kurmuştur.
20. yüzyılın son on yılında dünya dengelerinde bir kayma görülmüştür. İlk kez Avrasya’dan olmayan bir güç, Avrasya’nın güç ilişkilerinde yalnızca baş hakem olarak değil, aynı zamanda dünyanın süper gücü olarak ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin parçalanması Amerika’nın tek ve gerçekten global güce ulaşmasında son adım olmuştur.
Ancak Avrasya jeopolitik önemini korumaktadır. Dünyanın ekonomik ve siyasi gücünün kayda değer bölümünü hala elinde tutan batı kanadı yani Avrupa kadar, doğu kanadı yani Asya da ekonomik büyümenin ve siyasi etkinliğin önemli bir merkezi haline gelmiştir. Hitler ve Stalin’in açıkça ifade ettiği gibi “Avrasya’ya hükmeden, dünyaya hükmeder”. Dolayısıyla Avrasya, üzerinde global birincilik mücadelesi oynanan bir satranç tahtasıdır ve bu mücadele jeopolitik çıkarların stratejik yönetimini gerektirir.”
Kim yapıyor yukarda ki değerlendirmeyi? ZBİGNİEW K. BRZEZİNSKİ. İnsan sormadan geçemiyor: o da mı Ergenekoncu?
ABD’nin geleceğin süper güçleri olarak ortaya çıkmakta olan Çin, Hindistan ile Rusya’nın arasına bir mızrak gibi girmek ve onları ayırmak maksadıyla oluşturduğu politik ve askeri konseptin hayata geçirilmesinde Türkiye, İran, Azerbaycan ve Orta Asya’daki Türk devletlerinin çok önemli bir jeopolitik konumu vardır. ABD’nin NATO’yu da dahil ederek uygulamaya çalıştığı AVRASYA konsepti ülkemizi gelecekte ABD’nin İran, Çin ve Rusya ile ortaya çıkacak ekonomik politik ve askeri çatışmaların içine çekme riski vardır.
Öyleyse; Yunanistan’la olan ikili sorunlarda, sınırlarımızı tanımayan Ermenistan sorununda ve bekamıza yönelik bir tehdit olan terör sorununda yanımızda olmayan NATO’dan çıkalım mı sorusu akla gelebilir. Buna verilecek cevap bütün kusurlarına rağmen dünyanın en güçlü askeri paktı olan ve Batı ittifakında tek eşit haklara sahip olduğumuz bu örgütten çıkmak yakın vadede düşünülebilecek en ciddi politik hata olur. Dışında olarak fiili düşmanlığını üzerimize çekeceğimize, içinde bulunarak aleyhimize gelişecek durumlara daha kolay engel olabiliriz.
NATO İLE İLGİLİ BİLİNMESİ GEREKENLER
NATO’nun Kuruluşu ve Amacı
NATO 4 Nisan 1949 yılında ABD’nin başkenti Washington’da imzalanan anlaşma ile kurulmuştur. Anlaşma başlangıç maddesinde kuruluş sebebi şu şekilde ortaya koymuştur: “Bu Antlaşmanın tarafları, Birleşmiş Milletler Şartının amaçları ve ilkelerine olan inançlarını, bütün halklar ve bütün hükümetlerle barış içinde bir arada yaşama arzularını teyid ederler. Demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde bütün halkların özgürlüklerini, ortak miraslarını ve uygarlıklarım korumakta kararlıdırlar. Kuzey Atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesini amaçlarlar. Toplu savunma ve barış ile güvenliğin korunması için çabalarını birleştirmekte kararlıdırlar. Bundan dolayı bu Kuzey Atlantik Antlaşması'nı kabul etmişlerdir.”
28 Haziran 2004 yılına kadar Antlaşmanın en önemli maddesi şüphesiz ki 5. maddedir: “Taraflar, Kuzey Amerika'da veya Avrupa'da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Şartı'nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldırı ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi'ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir” 
NATO’nun Patronu Kim?
Taraflar, bu Antlaşmanın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu Antlaşmaya katılmaya oy birliği ile davet edebilirler. Davet edilen devlet katılım belgesini Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti'ne vererek bu Antlaşmaya taraf olabilir. ABD hükümeti aldığı her bir katılma belgesinden tüm tarafları haberdar edecektir.
İttifakın Kökeni
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Doğu ve Batı Avrupa , Soğuk Savaş’ın ideolojik ve politik bölünmeleri sonucu birbirinden ayrıldı. Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği’nin hakimiyetine girdi. 1949 yılında, Atlantik’in her iki yakasında 12 ülke Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’daki kontrolünün kıtanın diğer bölgelerine yayma riskine karşı koymak için Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünü kurdu.
NATO’nun kurucu üyeleri – Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere, ABD’dir. 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ın İttifaka katılmalarından üç yıl sonra Federal Almanya Cumhuriyeti, 1982’de İspanya üye oldu.
NATO’yu kayıtsız şartsız savunanlara göre; İttifak aracılığıyla, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika sadece bağımsızlıklarını ortak bir şekilde savunmakla kalmadılar, aynı zamanda benzeri görülmemiş bir istikrar da sağladılar. Gerçekten de, NATO tarafından sağlanan güvenlik, Avrupa ekonomik işbirliğinin ve entegrasyonunun temelini oluşturan “refah oksijeni” tanımlanmaktadır.  NATO aynı zamanda Soğuk Savaş’ın bitmesi ve 1990’lı yılların başında Avrupa’nın bölünmesinin sona ermesi için de ortam yaratmış oldu.
İttifakın Yeniden Yapılandırılması
Soğuk Savaş sırasında, NATO’nun rolü ve amacı Sovyetler Birliği’nin yarattığı tehdit çerçevesinde açık bir şekilde tanımlanmıştı. 1990’lı yılların başlarına gelindiğinde, Sovyetler Birliği’nin nüfuzundan kurtulan Doğu Avrupa ülkelerinin ısrarı üzerine Varşova Paktı dağılmış ve Sovyetler Birliği çökmüştü. Geleneksel rakibin ortadan kalkmasıyla, bazı yorumcular NATO’ya gerek kalmadığını ve gelecekteki savunma harcamaları ve silahlı güç yatırımlarının büyük ölçüde azalacağını dillendirmeye başladılar.
NATO’nun Çalışma Şekli
İttifakın devamlılığının anahtarlarından biri, karar verme işleminin uzlaşmaya dayalı olmasıdır. Bu, bütün kararların oybirliğiyle alınması gerektiği anlamına gelir. Sonuç olarak, önemli bir karar alınmadan önce genellikle uzun danışma ve tartışmalar gerekir. Bu sistem dışarıdan bakıldığında yavaş ve hantal gibi görünse de ,iki büyük avantaja sahiptir. Öncelikle, her üye ülkenin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı duyulur. İkinci olarak da ,uzlaşmayla alınan bir karar, tüm üyelerin desteğini ve uygulamaya aktarılması taahhüdünü haiz olur.
NATO’nun, üye ülkelerinin ulusal silahlı kuvvetlerin dışında bağımsız silahlı gücü bulunmamaktadır. NATO’nun askeri yetenekleri, müşterek savunmadan barışı koruma ve destekleme operasyonlarına kadar geniş bir kapsamdaki görevleri yerine getirmek üzere müttefikler tarafından ittifakın kullanımına tahsis edilen ulusal silahlı güçlerden müteşekkildir.
ORTAKLIKLAR YOLUYLA GÜVENLİĞİ SAĞLAMAK
1990 Yılına gelindiğinde Warshova Paktı yıkılınca NATO işlevsiz kaldığı görülünce ortaya yeni bir fikir atıldı.Ortaklık yoluyla güvenlik sağlamak
NATO’nun planlamacılarına göre; Avrupa’nın Soğuk Savaş döneminde bölünmesinin altında yatan problemlerin çoğu, Doğu ve Batı arasındaki ideolojik, siyasi ve askeri karşıtlıkla şiddetlenmişti. Soğuk Savaşı sona erdiren köklü değişikliklerden bu yana, NATO eski muhaliflerle olduğu kadar diğer Avrupa devletleriyle ve Akdeniz bölgesindeki komşu ülkelerle de işbirliği, diyalog ve güvenin tesisi için ortam sağlama yoluyla güvenliği ve istikrarı güçlendirmek yönünde bir dizi yeni girişim başlatmıştır.
Bu yöndeki ilk adım 1991 yılında Kuzey Atlantik işbirliği Konseyinin kurulması olmuştur. Adı Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi olarak değiştirildiğinden bu yana, bu konsey NATO ile Avrupa-Atlantik bölgesindeki üye olmayan ülkeler arasında temel danışma ve işbirliği ortamı görevi görmektedir.
1994 yılında NATO, Barış için Ortaklık adıyla yeni bir girişim başlatmıştır. Bu programın tasarlanma amacı, katılan ülkelerin demokratik bir toplumdaki uygun görevlerini yerine getirmelerini ve NATO’nun yönettiği barışı koruma operasyonlarına katılmalarını sağlamak için silahlı güçlerini yeniden yapılandırmalarına yardımcı olmaktır.. Barış İçin Ortaklık ile kazanılan deneyim, Bosna-Hersek’ teki İstikrar Gücü (SFOR) ile Kosova Gücü (KFOR) gibi barışı koruma güçlerine katılan ülkeler arasındaki işbirliğine önemli ölçüde katkı sağlamıştır.
1995 yılında NATO Akdeniz bölgesindeki altı ülke ile - Mısır, İsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus – Akdeniz Diyalogu adı altında bir işbirliği mekanizması tesis etmiştir. 2000 yılında Cezayir’in de katıldığı bu programın amacı, Akdeniz bölgesinde iyi ilişkiler yaratmak ve karşılıklı anlayışı geliştirmenin yanı sıra bölgesel güvenliği ve istikrarı artırmaktır. Bu çerçevede, Diyalog ülkelerinden katılımcılar Almanya’nın Oberammergau Şehrindeki NATO Okulu ile İtalya’nın başkenti Roma’daki NATO Savunma Kolejinde düzenlenen kurslara davet edilmektedir.
1997 yılında NATO-Rusya ile NATO-Ukrayna ilişkileri daha resmi bir temele oturtulmuştur. NATO-Rusya Daimi Ortak Konseyi ve NATO-Ukrayna Komisyonu güvenlik sorunlarını dile düzenli bir şekilde danışma ve tartışmayı kolaylaştırmak amacıyla kuruldu. Bu toplantılarda tartışılan konular arasında Balkanlar’da barışın korunması, kriz yönetimi, kitle imha silahlarının sınırlandırılması, savunma değişimi, çevre koruma ve sivil acil durum planlaması gibi değişik konular ele alınmaktadır.
NATO’NUN GENİŞLEMESİ
1990’ların başından bu yana, bazı Doğu Avrupa ülkeleri gelecekteki güvenlik çıkarlarının en iyi şekilde NATO’ya katılmakla korunabileceği sonucuna vardılar ve üye olma isteklerini dile getirdiler. Katılım müzakerelerine davet edilen üç eski Ortak ülkenin – Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya – Mart 1999’da yapılan Washington Zirvesinde, NATO liderleri üç yeni üyenin son üyeler olmayacağını vurguladılar.
NATO hükümetleri İttifakın genişlemesinin kendi başına bir amaç taşımadığını ve NATO’nun güvenliğini daha geniş sınırlara yaymak ve Avrupa’yı bir bütün olarak daha istikrarlı hale getirmek için bir araç olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Genişleme süreci çatışmaların önünü kesmeye yardımcı olmaktadır. Çünkü, beklenen üyelik istekli devletlerin komşularıyla olan anlaşmazlılarını çözmelerini ve reformlara ve demokratikleşme çalışmalarına kararlı bir şekilde devam etmelerini teşvik etmektedir. Dahası, yeni üyelerin sadece üyeliğin faydalarından yararlanmanın yanında bütün üye ülkelerin güvenliğine de katkıda bulunabilmeleri gerekmektedir.
ABD AÇISINDAN AVRASYA
“Kıtaların beş yüz küsur yıl önce politik etkileşime girmesinden bu yana, Avrasya dünya gücünün merkezi olmuştur. Avrasya halkları - genellikle Batı Avrupa kanadındakiler - güç sahibi olmanın verdiği haklarla dünyanın öteki bölgelerine nüfuz etmiş ve egemenlik kurmuştur.
20. yüzyılın son on yılında dünya dengelerinde bir kayma görülmüştür. İlk kez Avrasya’dan olmayan bir güç, Avrasya’nın güç ilişkilerinde yalnızca baş hakem olarak değil, aynı zamanda dünyanın süper gücü olarak ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin parçalanması Amerika’nın tek ve gerçekten global güce ulaşmasında son adım olmuştur.
Ancak Avrasya jeopolitik önemini korumaktadır. Dünyanın ekonomik ve siyasi gücünün kayda değer bölümünü hala elinde tutan batı kanadı yani Avrupa kadar, doğu kanadı yani Asya da ekonomik büyümenin ve siyasi etkinliğin önemli bir merkezi haline gelmiştir. Hitler ve Stalin’in açıkça ifade ettiği gibi “Avrasya’ya hükmeden, dünyaya hükmeder”. Dolayısıyla Avrasya, üzerinde global birincilik mücadelesi oynanan bir satranç tahtasıdır ve bu mücadele jeopolitik çıkarların stratejik yönetimini gerektirir.
Amerikan dış politikası Avrasya üzerindeki etkisini kullanmalıdır ki istikrarlı bir denge yaratılsın, siyasi hakem de Amerika olsun. Amerika’nın nihai amacı iyi niyetli ve vizyoner olmalıdır: uzun vadeli eğilimlere ve insanlığın temel çıkarlarına paralel ve gerçek işbirliği içinde bir global toplum oluşturmak. Fakat bu arada Avrasya’ya hükmedecek ve Amerika’ya kafa tutacak bir rakip çıkmaması da şarttır.  Bu kitabın amacı da kapsamlı ve entegre bir Avrasya stratejisinin formülasyonudur.”
Güney Kafkaslarda ve Orta Asyada istikrar ve bağımsızlığı teşvik etmek için Amerika Türkiye’nin dostluğunu kaybetmemeye özen göstermelidir. Girmek istediği Avrupa Birliği’nin dışında bırakılmış bir Türkiye daha da islamcı olacak, sırf  inat olsun diye NATO.nun genişlemesini veto edebilecek, laik bir orta Asyanın stabilizasyonu ve dünya toplumuna entegrasyonu için Batı ile işbirliği yapmaktan kaçınabilecektir.
Dolayısıyla ilerde Türkiye’nin de Avrupa Birliğine kabul edilmesi için Amerika Avrupa üzerindeki nüfuzunu kullanmalı ve  Türkiye’nin içi siyaseti İslamcı yönde kesin dönüş yapmadığı takdirde, Türkiye’ye bir Avrupa ülkesi gibi davranmaya mutlak itina göstermelidir. Hazar havzasının ve Orta Asya’nın geleceğine ilişkin konularda düzenli olarak Ankara’nın fikrini sormak, Türkiye’ye Amerika ile stratejik ortaklık içinde olduğu duygusunu verecektir. Ayrıca, Hazar havzası enerji kaynaklarının ana çıkışı olarak Bakü-Ceyhan boru hattını Amerika şiddetle desteklemelidir. Türkiye ile İran arasında daha yakın ekonomik ilişkiler kurulması da Amerika’nın menfaatinedir.
Amerika global gücün dört hayati alanında üstünlüğünü kanıtlamıştır: Askeri açıdan görülmemiş global uzantıya sahiptir; ekonomik açıdan, global büyümenin lokomotifidir; teknolojik açıdan önderliği elinde tutar ve kültürel açıdan rakip tanımayan bir cazibesi vardır. Kendinden önceki im paratorlukların otoriter ve mutlakiyete dayanan hiyerarşik rejimlerinin aksine, demokratik kurumlara ve girişimcilik ruhu  gibi özünde sahip olduğu vasıflarla dünyayı etkiler. NATO , IMF, Dünya Bankası gibi kurumlarla etki ve nüfuzunu sürdürür.

Kim yapıyor yukarda ki değerlendirmeyi? Zbiegnew K. Brzezinski. İnsan sormadan geçemiyor,  o da mı Ergenekoncu?

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol